1 Haziran 2012 Cuma

İSLAM DİNİNDE BASKI VE ZORLAMAYA YER YOKTUR; İSLAM DİNİ MUTLAK SAMİMİYETLE YAŞANIR


İslam dini sevgi ve şefkati temel alan, barışa çağıran, Allah’a karşı mutlak samimiyet ve dürüstlük içinde yaşanmayı teşvik eden bir dindir. Dolayısıyla İslam dinini yaşayacak bir kimsenin severek ve isteyerek Müslüman olması, Allah’ın emir ve tavsiyelerini canı gönülden, kendi vicdani kanaati ile yerine getirmesi çok önemlidir.
Müslümanlar Allah’ın “ma’rufu emret, münkerden sakındır” (Lokman Suresi, 17) emri gereği, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar ve insanları güzel sözle Allah’ın yoluna davet ederler. Ancak müminler hidayeti verenin Allah olduğunu bilirler (Kasas Suresi, 56) ve insanlara doğruyu anlattıktan sonra kişileri seçimlerinde özgür bırakırlar. Bunun aksini düşünmek de mümkün değildir. Çünkü bir kimseyi zorla, tehditle, baskı ile Müslüman yapmaya çalışmak, öncelikle İslam dininin özüne aykırıdır. Rabbimiz Kuran’da şöyle buyurmaktadır:


Bu bakımdan, İslam dinine göre yaşamayı bir kişiye dayatma olarak sunan bir kimse, öncelikle Kuran’a aykırı bir tutum izlemiş olur. İslam dininde zorlama olmamasının çok önemli bir hikmeti vardır. İslam “teslimiyet”, Müslüman da “teslim olmuş” anlamına gelir. Bir kimsenin samimi bir kalple Allah’a yönelmesi ve Rabbimizin yolunda gayret etmesi için, öncelikle kişinin kuşku duymadan, kesin bir bir bilgiyle Allah’a iman etmesi gerekir. Ancak bir kişinin zorla Müslüman olması, bu kişiyi Müslüman değil, münafık yapar. Münafıklar Allah’ın “barınma yerlerinin cehennem olacağını” (Tevbe Suresi, 73); “ateşin en alçak tabakasında” (Nisa Suresi, 145) olacaklarını bildirdiği kimselerdir. Kuran’da münafık zihniyeti çok detaylı tanıtılmakta ve insanlar bu samimiyetsiz din anlayışından uzak durmaları için uyarılmaktadırlar. Örneğin;
Münafıklar Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde, inandıklarını söylerler:


Münafıklar insanlara gösteriş yaparlar; ibadetlerini isteksizce yerine getirirler:


Korku ve zorlama ile insanları Müslüman yapmaya çalışmak, İslam’ın karşı olduğu bir insan çeşidini -münafıkları- ortaya çıkarır. Dolayısıyla Allah’ın en şiddetli cehennem azabını vadettiği münafık türü insanları üreten bir sistem, münafıklığa yol açan bir anlayış İslam dininde kabul edilemez. Nitekim ahiret günü Yüce Rabbimiz insanları samimi inançlarına göre yargılayacak; ihlas sahibi müminlerle münafıkların arasını ayıracaktır.
Ayrıca bir imtihan yurdu olan dünya hayatında, her inançtan kimsenin var olacağını ve onların kaderde, bir hikmet üzerine bu şekilde yaratıldıklarını Kuran’da okumaktayız. Rabbimiz bu durumu bize şöyle bildirmektedir:

Bir başka Kuran ayetinde ise Rabbimiz Hz. Muhammed (sav)’e şöyle demesini buyurmaktadır:

İslam dininde zorlama yoktur, her kişi ibadetinde ve inancında özgürdür



İslam dini, güzellik ve sevgi dinidir. İslam dinini yaşayan insanlar, bu güzel dinin özünü ve derinliğini gördükleri için, Allah’a derin imanlarından dolayı bir heyecan ve şevk içinde olurlar. Bu, bir gönül kabulüdür. İslam’a olan bağlılığın kaynağı Allah’a olan aşktır. Bir Müslüman, Allah’a olan aşkı sebebiyle namaz kılar, Allah’a olan aşkından dolayı ibadetlerini yerine getirir ve Kuran’a göre yaşar. Allah, Kuran’da Müslümanların bu özelliğini “gönülden Allah’a yönelenler”, “gönülden katıksız bağlılar” ifadeleriyle haber vermiştir.
Bir Müslüman, Allah’ın yüceliğini ve İslamı, aklıyla kavrar ve kalben de tasdik eder. Kuran’ın kesin hükmünde de belirtildiği gibi, hiç kimse bir başkasına bunu zorla ve baskıyla kabul ettiremez. Eğer bir insan baskı yoluyla İslam’a döndürülmeye çalışırsa, baskı yoluyla ibadete zorlanırsa, bu onu bir müslüman değil, tam tersine bir münafık haline getirebilir. Ve bu şekilde İslam’ın tamamen karşı olduğu bir insan türü ortaya çıkmış olur. Münafık, baskı altında iken Müslüman olduğunu söyler, fakat içten içe Kuran ahlakından uzak bir din anlayışı geliştirip, Müslümanlığa ve Müslümanlara kin güderek düşman haline gelen bir sahtekardır. Yüce Allah ayetlerinde münafıklık yapanları şöyle tarif etmiştir:





İslam’ın tebliğ edilmesi ve İslam’ın hükümlerinin, sunduğu güzel ahlakın tanıtılması her Müslümanın üzerine düşen farzdır. Fakat bu, Kuran’ın hükmüne göre, asla baskı yoluyla gerçekleşemez. Kuran, Hıristiyanlara da Musevilere de tebliğ edilir, fakat bu kişiler eğer kendi dinlerini yaşamaka ısrar ederlerse, artık Kuran’a göre, onlara yönelik bir zorlama söz konusu olamaz.
İşte bu sebeple Allah, “dinde zorlama (ve baskı) yoktur” şeklinde bildirerek imanın bir sevgi ve gönül birlikteliği şeklinde olması gerektiğini haber vermiştir. Baskı altında Müslümanlık, İslam dininde yasaklanmıştır.
İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, Allah’ın izniyle Hz. İsa (a.s.)’ın ve Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhuru çok yakındır. Hz. Mehdi (a.s.) döneminde insanlar dinin özünü kavrayacak ve kitleler halinde Allah inancına yöneleceklerdir. Hz. Mehdi (a.s.), Müslümanlara Kuran ile, Hıristiyanlara İncil’in gerçeği ile, Musevilere de Tevrat’ın gerçeği ile hükmedecektir. Hz. Mehdi (a.s.), asla kan dökmeyecek, Kuran’da emredildiği şekilde, güzel öğüt ve sevgi ile insanları Allah inancına ve dinin özüne davet edecektir.

Yorum yapın İslam ahlakı inanç özgürlüğünü savunur

İnsana, Allah’ın katından bir hidayet olarak indirdiği İslam dini anlatıldığında kendi isteğiyle iman eder, hiçbir baskı ya da zorlama altında kalmadan karar verir. İnsan doğruyu ya da yanlışı seçmekte özgürdür. Eğer yanlış seçimi yaparsa ahirette bunun karşılığını alacaktır.
İslam inanç konusunda insanlara kesin ve açık bir dille, tam hürriyet tanır. İslam’ın vahyedildiği dönemden günümüze kadar geçerli olan bu anlayış, İslam ahlakının da temelini oluşturur.
Bu konudaki ayetler çok açıktır:

İslam ahlakına göre insan istediği inancı seçmekte özgürdür ve hiç kimse bir diğerini inanç konusunda zorlayamaz. Müslüman iman etmesini istediği kişiye sadece tebliğ yapmakla, Allah’ın varlığını, Kuran’ın Allah’ın hak kitabı olduğunu, Hz. Muhammed’in (sav) O’nun elçisi olduğunu, ahiretin ve hesap gününün varlığını, İslam ahlakının güzelliklerini anlatmakla yükümlüdür. Ama bu yükümlülüğü sadece dini anlatma ile sınırlıdır. Allah Peygamberimiz (sav)’in de sadece bir tebliğci olduğunu Nahl Suresi’nde şu şekilde bildirir: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. “ (Nahl Suresi, 125)
Bir diğer ayette ise “… Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin…” (Kehf Suresi, 29) şeklinde buyurulmakta ve Rabbimiz Peygamberimiz (SAV)’e “Onlar mü’-min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)” (Şuara Suresi, 3) şeklinde seslenmektedir. Kaf Suresi’nde ise Allah Peygambere şu hatırlatmada bulunmaktadır:
Kendisine Allah’ın, katından bir hidayet olarak indirdiği İslam dini anlatıldığı zaman kişi kendi isteğiyle iman eder, hiçbir baskı ya da zorlama altında kalmadan karar verir. İnsan doğruyu ya da yanlışı seçmekte özgürdür. Eğer yanlış seçimi yaparsa ahirette bunun karşılığını alacaktır. Kuran ayetlerinde bu konuyla ilgili çok açık emirler ve hatırlatmalar bulunmaktadır:
Örneğin bir müminin tebliği karşısında bir kişi derhal iman ederken, diğer bir kişi inkar ederek alaycı ve saldırgan tavırlarla karşılık verebilir. Başka bir kişi vicdanını kullanıp, hayatını Allah’ın razı olacağı şekilde geçirmeye karar verirken, diğer kişi ise inkarcılardan olup, güzel söze kötülükle karşılık verebilir. Ancak bu inkar, daveti yapan kimseyi hiçbir şekilde umutsuzluğa ya da üzüntüye düşürmez. Allah Yusuf Suresi’nde şu şekilde buyurmaktadır:
Burada önemli olan Kuran’a uymaya davet eden kişinin, karşılaştığı tepkiler ne olursa olsun her zaman için Allah’ın razı olacağı ahlakı göstermesi, güzel ahlakından kesinlikle taviz vermemesi, tevekküllü davranmasıdır. Nitekim Allah ‘İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle dinin nasıl anlatılacağını da bizlere bildirmiştir: “En güzel tarzda.”
Şunu hiç unutmamak gerekir ki, yeryüzündeki küçük büyük her olay Allah’ın yarattığı kader doğrultusunda gelişmektedir. Ve iman etmeye davet edilen bir kişiye hidayeti veren de Allah’tır. Bu nedenle müminler, inkarcıların davranışları ile ilgili olarak hiçbir sıkıntı duymazlar. Kuran’da bu konuyla ilgili pek çok örnek verilmiştir. Allah “Şimdi onlar bu söze (Kur’an’a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek, kendini kahredeceksin (öyle mi)?” (Kehf Suresi, 6) ayetiyle Peygamberimiz (sav)’e Kuran’a davet ettiği insanların iman etmemelerinin onda bir sıkıntı oluşturmaması gerektiğini bildirmiştir. Bir başka ayette ise;“Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.” (Kasas Suresi, 56) şeklinde bildirilmiştir. Dolayısıyla bir insanın yaptığı davet, söylediği güzel sözler, anlattığı her ayrıntı ancak Allah’ın dilemesiyle karşıdaki kişi üzerinde etki eder. (Harun Yahya, Terör Sevgiyle Yok Edilir)
İman eden kişinin tek sorumluluğu Kuran’a davet etmektir. İnkarcıların inkarda diretmelerinden ve bu yaptıkları nedeniyle cehennem azabını hak etmelerinden yana hiçbir yükümlülüğü yoktur. Rabbimiz “Şüphesiz Biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hak (Kuran) ile gönderdik. Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın.” (Bakara Suresi, 119) ayetiyle bu gerçeği Peygamber Efendimize de bildirmiştir.
Allah insana akıl ve vicdan vermiştir. Elçileri ve elçilerine vahyettiği kutsal kitaplarıyla hak yolunu göstermiştir. Bu nedenle de insan kendi seçimlerinden sorumludur. İslam ahlakı ancak samimi kararla, Allah’a teslimiyetle ve her zaman doğruları emreden vicdanın sesini dinleyerek yaşanabilir. Bir kişiyi ibadet etmeye zorlamak İslam ahlakına tamamen aykırıdır. Çünkü önemli olan kişinin kalben
Allah’a teslim olması, samimi olarak iman etmesidir. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır. Allah Ğaşiye Suresi’nde Peygamberimiz (sav)’e şu şekilde buyurmaktadır:
İslam dini, yukarıda da üzerinde durduğumuz gibi, insanları dini inançlarını seçmede özgür bırakırken, onların diğer dinlere saygılı olmalarını emreder. Bir insan Kuran’da batıl olarak tarif edilen bir inanca sahip olsa dahi, İslam topraklarında huzur ve barış içinde yaşayabilir, ibadetlerini özgürce yapabilir. Allah Peygamberimiz’e (sav) inkar edenlere şunu söylemesini emretmiştir:

İslam ahlakına göre her insan kendi inançlarına göre ibadetlerini özgürce yerine getirebilir. Hiç kimse bir diğerini kendi dininin ibadetlerini yerine getirmekten alıkoyamaz. Ya da bir insanı istediği şekilde ibadet etmeye zorlayamaz. Bu İslam ahlakına aykırıdır ve Allah’ın razı olmadığı bir davranış biçimidir. İslam tarihini incelediğimizde herkesin özgürce ibadet edebildiği, inançlarının gereklerini yerine getirebildiği bir toplum modeli görülür. Kuran’da Ehl-i Kitab’ın ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan da Allah’ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
Peygamberimiz (sav)’in hayatı da bu gibi örneklerle doludur. Hatta Peygamberimiz (SAV) kendisiyle görüşmeye gelen Hıristiyanların kendi mescidinde ibadet etmelerini söylemiş ve bu iş için mescidi onların kullanımına bırakmıştır. Peygamberimiz (SAV)’den sonraki halifeler devrinde de bu hoşgörülü anlayış korunmuştur. Şam fethedildiği zaman, camiye çevrilen bir kilise ikiye bölünmüş, bir yarısında Hıristiyanlar, öbür yarısında Müslümanlar ibadet etmişlerdir. (Konuyla ilgili detaylı bilgiyi Harun Yahya’nın eserlerinden hazırlanan www.harunyahya.org sitesinden öğrenebilirsiniz.)
Peygamberimiz (SAV) Hoşgörülü ve Sevgi Dolu Bir İnsandı
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV) döneminde Arabistan’da birçok dinden, farklı kültürlerden ve anlayışlardan topluluklar bulunmaktaydı. Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiiler, Mecusiler ve putperestler birlikte yaşamaktaydılar. Dahası aynı inancı benimsemelerine rağmen birbirlerine düşman olan pek çok farklı kabile vardı. (Harun Yahya, Hz. Muhammed (SAV))
Ancak Peygamberimiz (SAV) hangi dinden ve kabileden olursa olsun herkese şefkatle, sabırla, hoşgörüyle ve sevgiyle yaklaştı ve insanları büyük bir hoşgörü içinde dine davet etti. Hz. Muhammed (SAV)’in çevresindekilere gösterdiği bu güzel tavır Kuran’da şöyle bildirilmektedir:


Müslüman ancak Allah’ın dinini anlatmakla yükümlüdür. O kişinin hidayet bulması, iman etmesi ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Hiç kimse bir diğerini iman etmesi, ibadette bulunması için zorlayamaz. Peygamberimiz (SAV) Allah’ın bu emrine her zaman titizlikle uymuş, dinin ancak kalben istendiği zaman yaşanabileceğini sıklıkla ifade etmiştir. Peygamberimiz (SAV) bir sözünde şöyle buyurmaktadır:
“Hoşgörülü Haniflik (Hz. İbrahim’in dininden olanların vasfı) ile gönderildim, kim benim sünnetime muhalefet ederse, benden değildir.” ( El-Cami’s Sağir, 1. 427) Bir diğer sözünde ise müminlere “Ben merhamet edici ve barışçı olarak gönderildim…” (El-Cami’s Sağir, 1. 427) şeklinde seslenmiştir. Peygamberimiz’in (sav) bu üstün ahlakı bir diğer sözünde şöyle ifade edilir:
“Öfkelendiği zaman (nefsine hakim olup) yumuşaklıkla mukabele eden kimse Allah’ın sevgisine nail olur!”(Esbahani: Hz Aişe)
Peygamberimiz (SAV) ‘in merhametli, şefkatli ve hoşgörülü ahlakı ile ilgili pek çok hadis bulunmaktadır. Örneğin Peygamberimiz (SAV) “İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah da merhamet etmez.” (Buhari ve Muslim) demiştir. Diğer sözleri şu şekildedir:
“Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık, günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.” (Ramuz El Hadis 1. cilt )
“Allah refikdir (merhametli ve şefkatli), rıfkı sever ve rıfka mukabil verdiğini başka hiçbir şeyle vermez.” (Kütübi Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 7. cilt)
Büyük İslam alimi İmam Gazali, hadis alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimizin çevresindekilere karşı tutumunu şöyle özetlemiştir:
“Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi. Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır.” (Huccetül İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 2.cilt)
Peygamberimiz (SAV)’in çevresindekileri dine bağlayan ve kalplerini imana ısındıran insan sevgisi, ince düşüncesi ve şefkati, tüm Müslümanların önemle üzerinde durmaları gereken bir ahlak üstünlüğüdür. Peygamberimiz (SAV)’in tüm insanlığa örnek olan bu güzel özellikleri Tevbe Suresi’nde şöyle bildirilmektedir: “Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. “ (Tevbe Suresi, 128)
Sevgi, şefkat, hoşgörü ve merhametli olmak Allah’ın bir hidayet önderi olarak gönderdiği elçilerinin ortak özellikleridir. Allah Kuran’da diğer peygamberlerin de “sevgi duyarlılığı” ile şereflendirildiklerini haber vermekte ve katından hikmet verdiği Hz. Yahya’yı bu konuda insanlara örnek göstermektedir. Ayette bu kutlu insan için “Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.” (Meryem Suresi, 13) şeklinde bildirilmektedir.

İslam’ın Ehli Kitaba Bakışı

Günümüzdeki terör sorununa paralel olarak gündeme gelen önemli bir konu, Batı ve İslam dünyası arasındaki ilişkidir. Bilindiği gibi 90′lı yıllardan itibaren bazı yorumcular dünyanın bir Batı-İslam çatışmasına gebe olduğunu ileri sürmüşlerdir. Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezinin ana teması da budur. Oysaki bu tez, her iki medeniyet içindeki bazı radikal va cahil unsurların etkisinin abartılmasından kaynaklanan hayali bir senaryoya dayanmaktadır.
Gerçekte İslam medeniyeti ve Batı medeniyeti arasında bir çatışma olamaz, çünkü Batı medeniyetinin temellerini oluşturan Yahudi-Hıristiyan inancı, İslam’la çatışma değil uyum ve ittifak içindedir.
Kuran’da Yahudiler ve Hıristiyanlar “ehl-i kitap” olarak isimlendirilirler. Bunun nedeni, her iki dinin mensuplarının da, Allah’ın vahyettiği İlahi kitaplara tabi olmalarıdır. İslam’ın, ehl-i kitaba karşı bakışı ise son derece adil ve merhametlidir.
İslam’ın ehl-i kitaba karşı adil tutumu, henüz İslam’ın doğduğu yıllarda şekillenmiştir. Bilindiği gibi o dönemde Müslümanlar, Mekke’deki putperestlerin baskı ve işkenceleri altında inançlarını korumaya çalışan bir azınlık durumundaydılar. Bu baskıların şiddeti nedeniyle bazı Müslümanlar Mekke’yi terk etmeye ve adaletli bir yönetime sığınmaya karar verdiler. Peygamberimiz Hz. Muhammed, onlara Etiyopya’daki Hıristiyan Kral Necaşi’ye sığınmalarını söyledi. Bu öğüde uyan Müslümanlar Etiyopya’ya gittiklerinde, kendilerini sevgi ve saygıyla karşılayan son derece adaletli bir yönetim buldular. Kral Necaşi, kendilerine Müslümanların teslim edilmesini isteyen putperest elçilerin isteklerini geri çevirdi ve Müslümanların, ülkesinde özgürce yaşayabileceklerini açıkladı.
Ehl-i Kitabın Müslümanlar İle Ortak İnançları ve Değerleri
Hıristiyanların ve Müslümanların inançları pek çok yönden ortaktır. Aynı şekilde Yahudilik de İslam’la pek çok ortak inancı paylaşmaktadır. Allah Kuran’da Müslümanların ehl-i kitapla Allah’a imanda birleştiğini “. Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirir.
Her üç dinin mensupları da;
Allah’ın tüm evreni yoktan yarattığına ve tüm maddeye sonsuz kudretiyle hakim olduğuna inanmaktadırlar.
Allah’ın canlıları ve insanı mucizevi biçimde yarattığına ve insanın Allah’ın verdiği bir ruha sahip olduğuna iman etmektedirler.
Ölümden sonra dirilişe, cennet ve cehennemin varlığına, meleklerin varlığına iman etmekte, Allah’ın hayatımızı bir kader üzere yarattığına inanmaktadırlar.
Tarih boyunca, Allah’ın insanlara Hz. Muhammed, Hz. İsa ve Hz. Musa ile beraber Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud gibi pek çok peygamber gönderdiğine inanmakta ve tüm bu peygamberleri sevmektedirler.
Sadece inanç konularında değil, ahlaki değerler konularında da ehl-i kitabın inançları Müslümanlarla uyum içindedir. Günümüzde; fuhuş, eşcinsellik, uyuşturucu bağımlılığı gibi ahlaksızlıkların, bencil, çıkarcı, acımasız insan modelinin hızla yaygınlaştığı bir dünyada, ehl-i kitap ve Müslümanlar aynı erdemlere inanmaktadırlar: Namus, iffet, tevazu, fedakarlık, dürüstlük, şefkat, merhamet, karşılıksız sevgi…
Ehl-i Kitabın ve Müslümanların Ortak Düşmanları
Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam’ı yaklaştıran bir diğer önemli gerçek, çağımızda dünya genelinde etkili olan dinsiz felsefeler ve bunların sebep olduğu felaketlerdir.
Çağımızın en tanınan ve insanlara en çok zarar veren ateist ideolojileri arasında materyalizm, komünizm, faşizm, anarşizm, ırkçılık, nihilizm, egzistansiyalizm gibi fikir akımları sayılabilir. Bunların evren, toplum ve insan hakkındaki sahte teşhislerine, aldatıcı tanım ve tasvirlerine kanan pek çok insan imanını kaybetmiş veya kuşkuya düşmüştür. Dahası bu ideolojiler insanları, toplumları ve milletleri büyük buhranlara, çatışmalara, savaşlara sürüklemiş ve dünyaya büyük felaketler getirmiştir. İnsanlığın halen yaşadığı acılar, sıkıntılar ve bunalımlarda da bunların payı büyüktür.
Adı geçen ideolojiler, Allah’ı ve yaratılışı inkar ederlerken ortak bir temele, sözde bilimsel bir düşünce olan Darwin’in evrim teorisine dayanırlar. Darwinizm, din aleyhtarı felsefelerin temelini oluşturur. Bu teori, “canlılar tesadüfler sonucunda ve yaşam mücadelesi sayesinde evrimleşirler” iddiasındadır. Dolayısıyla Darwinizm’in insana verdiği en önemli telkin, “kimseye karşı sorumlu değilsin, hayatını tesadüflere borçlusun, yaşamak için mücadele etmen, gerekirse diğerlerini ezmen gerekir. Bu dünya çatışma ve menfaat dünyasıdır” telkinidir.
Bu Darwinist telkin, kuşkusuz ehl-i kitabın inançlarının ve Kuran’ın mesajının tamamen zıttıdır. Dolayısıyla Darwinist telkin, her üç dine de tamamen muhalif bir dünyanın temelini oluşturmaktadır.
Bu gerçek karşısında, Allah’a inanan ve O’nun öğrettiği güzel ahlakı kabul eden ehl-i kitabın ve Müslümanların işbirliği yapması gerekir. Her üç dinin mensupları, el ele vererek, zaten hiçbir bilimsel temeli bulunmayan, sadece materyalist felsefe uğruna ayakta tutulmak istenen Darwinizm’in yanlışlığını tüm dünyaya anlatmalıdır.
Antisemitizm İslam’a Tamamen Aykırı Bir Irkçılıktır
Çağımızda dünya barışını tehdit eden, masum insanların huzur ve güvenliğini hedef alan ideolojilerin biri de antisemitizmdir. Yani, Yahudilere karşı duyulan ırkçı nefret.
Antisemitizm 20. yüzyılda büyük felaketlere imza atmıştır. Nazilerin Yahudilere karşı gerçekleştirdikleri zulüm ve katliamlar kuşkusuz bunların en korkuncudur. Bunun yanı sıra dünyanın pek çok ülkesinde, pek çok otoriter rejim Yahudileri hedef almış ve zulme uğratmıştır. Faşist ideolojiye sahip örgütler, Yahudilere karşı kanlı saldırılar veya taciz eylemleri düzenlemişlerdir ve bunun örnekleri günümüzde devam etmektedir.
Peki bir Müslümanın antisemitizme bakışı ne olmalıdır?
Cevap açıktır: Her Müslüman, diğer tüm ırkçı ideolojiler gibi antisemitizme de karşı çıkmalı, bu nefret ideolojisiyle mücadele etmeli ve diğer tüm insanlar gibi Yahudilerin de haklarını korumalıdır. Her Müslüman, İsrail’de veya diasporada olsun, dünya üzerindeki her Yahudinin özgürce yaşama, ibadet etme, kimliklerini koruma ve ifade etme haklarını tanımalı ve savunmalıdır.
Günümüzde Müslümanlar haklı olarak İsrail Devleti’nin işgalci, zalim, mütecaviz politikalarını kınamaktadırlar. Ama elbette Siyonizm’in suçları nedeniyle masum Yahudiler (İsrail vatandaşları dahil) eleştirilemez.
Dolayısıyla bir Müslüman olarak İsrail işgaline ve devlet terörüne karşı gösterdiğimiz tepkinin antisemitizmle hiçbir benzerliği olamaz. İsrail’in karşı çıktığımız yönü, resmi ideolojisi olan Siyonizm’in bir ırkçılık oluşudur. Antisemitizme karşı çıkmamızın nedeni de aynıdır.
Antisemitizm gerçekte pagan bir ideolojidir ve İlahi dinlere inanan hiçbir insan tarafından savunulamaz. Bir antisemit, Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya veya Hz. Davud’a da düşmandır ki, bu insanlar Allah’ın seçip insanlara örnek olarak görevlendirdiği kutlu peygamberlerdir. Antisemitizm gibi diğer ırkçılık örnekleri de (örneğin zenci düşmanlığı vs. gibi) yine İlahi dinlerin dışındaki çeşitli ideoloji ve batıl inanışlardan kaynaklanan sapkınlıklardır.
Dahası antisemitizm ve diğer ırkçılık örnekleri incelendiğinde, bunların Kuran ahlakına tamamen zıt bir düşünce ve toplum modeli savundukları açıkça görülür. Örneğin antisemitizmin kökeninde nefret, şiddet ve acımasızlık hisleri vardır. Bir antisemit, Yahudi insanların (kadın, çocuk, yaşlı ayrımı olmaksızın) katledilmelerini, işkence görmelerini savunacak kadar zalim olabilir. Oysa Kuran ahlakı, insanlara sevgi, şefkat ve merhameti öğretir. Müslümanlara, düşmanları olan kimselere karşı dahi adil ve bağışlayıcı olmalarını emreder.
Öte yandan antisemitler ve diğer ırkçılar, farklı etnik kökenden gelen veya farklı inanıştaki insanların barış içinde birarada yaşamalarına karşıdırlar. (Örneğin Alman ırkçısı olan Naziler ve Yahudi ırkçısı olan Siyonistler, Almanlarla Yahudilerin birarada yaşamalarına karşı çıkmışlar, her iki taraf da bunu kendi ırkı adına bir dejenerasyon olarak kabul etmiştir.) Oysa daha önce belirttiğimiz gibi, İslam’da böyle bir ayrım yoktur. Hucurat Suresi 13. ayette ırklar arasında en ufak bir ayrım yapılmadığı gibi, farklı inançtaki insanların da aynı toplum yapısı altında barış ve huzur içinde yaşamaları teşvik edilir.

DİNDE ZORLAMA OLMAMASI VE DİN AHLAKINA HİKMETLE, GÜZEL ÖĞÜTLE DAVET ETMEK


Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)
İslam dininin özelliği, kişinin sadece içinden gelerek ve gönülden kabul ederek yaşamasıyla Allah Katında kabul gören bir inanç sistemi olmasıdır. Allah dinin bu özelliğini Kuran’ın birçok ayetinde açıklamıştır. Örneğin namaz kılan bir insan namazını Allah için isteyerek ve severek kılmalıdır. Ya da malından infak eden bir kişinin bu ibadetinin Allah Katında geçerli olması, verdiği bu sadakayı isteyerek ve sevinerek vermiş olmasına bağlıdır.
Bir insanın Müslüman olabilmesi için dini ve Allah’ı aklıyla kavraması ve kalben de tasdik etmesi gerekir. Ve yaptığı hizmetleri neden yaptığının şuurunda olması gerekir. Müslümanın dine olan bağlılığı, Allah’ın varlığına olan inancından kaynaklanır. Bu nedenle de, dinin gereklerini isteyerek ve severek yerine getirir. Dolayısıyla İslam ancak kişinin kendi rızası olduğu takdirde gerçek anlamda yaşanabilecek bir sistemdir.
Bu nedenle dinde zorlama yoktur. Allah Müslümanların dine karşı isteksiz olan insanlara İslam’ı zorla kabul ettirmek için gayret sarf etmemelerini emretmiştir. Çünkü Allah dini, insan zoruyla değil, kalpten gelerek yaşanabilecek şekilde var etmiştir. Kalben kabul etmeyip insanlar baskı uyguladığı için yaşanan bir dinin Allah Katında geçerliliği olmayabilir ve dolayısıyla kişinin böyle bir ruh haliyle din ahlakını yaşaması veya yaşamaması arasında bir fark da olmayacaktır.
Müslümanların din ahlakını anlatmaları, sadece güzel sözlü bir davet niteliğindedir. İsteyenlerin ve Allah’ı sevenlerin din ahlakını yaşamasına yönelik bir davettir. Dinde zorlama olmadığı ile ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)
Ayetin emri gereği Müslümanlar, İslam’ı anlatırken ve imanı sevdirirken sözün en güzelini kullanırlar. Karşılarındaki insanı incitmeyecek, Müslümanlara karşı kalbinde sevgi uyandıracak bir üslupla din ahlakını anlatırlar. Çünkü Müslümanlara karşı kalbinde sevgi oluşan bir insanın, onları bu derece güzel ahlaklı hale getiren inanç sistemine karşı da içinde bir merak ve sevgi oluşacaktır. Dolayısıyla güzel söz, onun kalbini İslam’a ısındıran önemli bir sebep olacaktır.